Nisan 26, 2021

410

ile Dr. marsupilami

Bölüm 1:

Üniversite sınavına hazıralanan 4 kişiydik. Lise son sınıfta aynı yurdun aynı odasına hapsedilmiş farklı köyden ve şehirlerden gelen 4 kişi. Oda 2-3 metreye 6-7 metre civarıydı sanırım. İki tane çift katlı ranzamız vardı. ikisini de boylamasına odanın uzun kenarına dizmiş karşısında da 4 tane çalışma masası koyduğumuzda masalar ile ranzalar arasına yarım seccade uzunluğu kadar yer kalırdı. günümüzün okul hariç kalan zamanının % 90’ı bu odada geçmiştir. Çalışma masalarımızın arasına ders kitaplarımızı yığardık. Kimi yığının üstünde ketıl, kimisinin üstünde kronometremiz ya da kurumayı bekleyen kısa bilekten çoraplarımız yatardı. İklim genelde sıcak olduğu için de kıyafetlerimiz hızlı kurur ve çok yer kaplamazdı zaten. Her gün 2 çeşit giyerdik biri okul forması diğeri ise yatmak için giymemiz gereken gecelikler. Aramızdan birkaçı ki içlerinden biri de benim, çoğu zaman yatmak için kıyafet değiştirmeye de üşenir okul formasıyla uyurduk. “Ne de olsa 6-7 saat uyuduktan sonra yine giyeceğiz öyleyse neden çıkartalım ki?” gibi saçma bir düşüncenin etkisi altında hiç de rahatsızlık duymadan aylarca bu şekilde yarı hücre hayatımıza devam ettik.

Sabahları 7.30 civarında uyanırdık. Ülkenin o en kalitesiz tuzundan bile arındırılmamış peynirinden, tadı zeytinden başka herşeye benzeyen yumuşak koyu renkli taneciklerden ve içtikten sonra bardağın duvarlarını simsiyah renge boyayan zift gibi çayından alıp, bacakları siyah üstü muşamba ile kaplı en az 20 yıllık masa sandalyelerde karşılıklı otururduk. Böyle kötü şeylermiş gibi hatırlıyorum ama mutluyduk. Şikayet etmemeyi öğrenmiştik çok küçük yaşlarda. Semaverden çay alırken birazcık peynir ve zeytin doldurduğumuz gözlere de dökerdik kaynamış sudan. Kahvaltının sonuna doğru çözerdi içlerindeki tuzu. Bu arada ben hiç almadığım için aklıma sonradan geliyor ama küçük plastik tek kullanımlık kahvaltılıklar da verilirdi. İçlerinde tereyağı, bal bazen de reçel olan küçük kahvaltılıklar. İlk gördüğümde en azından yiyecek bir şeyimiz var diye sevinmiştim peynir ve zeytinin alternatifi olarak. Ama çay kaşığını bükebilecek kadar güçlü olacaklarını tahmin etmemiştim. Her neyse en azından ekmeğimiz vardı bu kadar da vefasızlık etmeye gerek yok.

Tüm bu kahvaltı süreci en fazla 10 dk sürerdi. Daha sonrasında hızlıca odamıza iner çantalarımızı hazırlardık. Her biri farklı ağırlıkta olan çantalar. Kimimiz not tutmayı sevdiği için defter taşır, kimimiz günde 300-400’den fazla soru çözdüğü için soru bankası. Servis bizi yurdun önündeki yoldan saat 7.45 gibi alırdı. bazen 5–6 dakika oynama olurdu tabi. Yurt kapısından çıktıktan sonra servise olan yürüme mesafesi neredeyse 100 metreydi. Hepimiz aynı hızda hazırlanamazdık. Servis şoförü saçları hep kısa ve siyah, cildinde koyu benekler olan hafif peltek ama yaşı 35’i geçmeyecek kadar orta yaşlı biriydi. İşi gereği hep aceleci ve hafif gergindi. Arka arkaya korna basışından bir kaç saniye sonra Yurt kapısından çıkan birini görmezse gaza basması çok muhtemeldi. Biz de birbirimizi beklemek için en hızlı hazırlanan ilk korna ile birlikte çıkıp servise giderdi. Bu süreç neredeyse 10 saniye falan sürerdi ardından hazır olan 2. kişi çıkardı böylece en geç hazırlanan kişiye neredeyse 1dk kazandırmış olurduk. Okul ile yurt arası neredeyse 4-5 km vardı. Bir seferinde fazlaca geç uyanmıştım. Oda arkadaşlarım haklı olarak çoktan gitmişlerdi ben de fırsat bu fırsat diyerek okula yürümeyi denemiştim. Saat 9-10’a doğru sıcaklıktaki ani yükseliş sırtımdaki ağır çantayla işimi gerçekten zorlaştırmaya başlamıştı. Neyse ki zenginlerin para basarak gittiği bir kolej olduğundan dolayı okula babasının arabasıyla giden alt sınıflardan bir çocuk beni tanımış olmalı. Durdu ve okula götürmeyi teklif etti. Reddetmedim.