Uzaydaki yalnızlık
Geçenlerde karşıma çıkmıştı. “Pentagon onaylı Ufo görüntüleri” gibi başlıklar altında nereden kimin tarafından çekildiği çok da bilinmeyen, çekilen şeyin de çok belli olmadığı fotoğraflar. Okuyucuların aklına ilk olarak uzaylıların varlığı geliyor. Yıllarıdır eskimeyen bir konu “uzayda yalnız mıyız ?”
Kimileri için bu çok bencilce bir durum olurdu. Zerresi bile sayılmayacağımız kadar büyük bir evrenin içinde yalnız olduğumuzu düşünmek.
Uzaylı paranoyası
Uzaylı olarak insanların kendilerinin yeşil, gözleri daha büyük, muhtemelen dünyamızda soluma güçlüğü çekeceği için kendine özel bir solunum tüpü ile karşımızda bekliyor oluşumuz. Daha da paranoyakçası uzaylıların bizden teknoloji bakımından asırlardır daha ileride olması. “Uzaylı teknolojisi” denilen şey aklımıza neden hemen nasıl çalıştığını asla anlayamayacağımız süper ötesi cihazlar getiriyor ki? Belki de onların evrimi daha başlamamıştır, belki onlar hala sudadır, ya da onların ilk peygamberi yasaklı elmayı yememiştir. Bunun yanında gelip bize savaş açma senaryoları da çok meşhur. Asla hiç bir uzaylı Dünya’ya gelip, “selamın aleyküm, aleyküm selam” diye ayaküstü bir sohbet yapıp gitmeyecek. Eğer gelirse büyük ihtimalle istila edecek. Herşeyi yok edecek vs. Bence bu da çok empatiden yoksun bir bakış açısı. Biz henüz marsa insan gönderemedik ama ileri teknoloji ürünlerimizi gönderdik. Hadi diyelim Dünya’nın bilinmeyen bir yerlerinde (öyle bir yer kalmış mıdır emin değilim.) başka medeniyetlerin roverları tur atıp toprak analizi yapıyor. Sizce bu korkunç bir durum mu ? Marsa insan gönderdiğimiz günü bir düşünün. Indiklerinde cinsi belli olmayan bir canlı grubu ile karşılaştıklarını hayal edin. Onlar da uzaylılar bizi istila ediyor tribine mi girmeliler ? Ya da biz onları istila mı ediyoruz gerçekten ? Bir çaylarını içip kalkarız. Ne cüretle yaşarsınız diye savaş açacak değiliz. Az önce daha gelmemiş olan uzaylıların gözünden bakıp empati yaptım. Bence Dünya’ya bir uzaylı türünün ziyaretini isterdim. Şöyle Türkiye’de bir yerlere inip yerli esnafın derdini dinleseler. Lokum, simit, çay vs ikram etsek. Abiler hazır gelmişken islama davet etsek. Onlar da “biz de size aynı şeyi söylemek için geldik” deseler gönüller birlik olsa… Şaka yapıyorum tabi ki. Gelmelerini isterim çünkü insanlar bir anda paranoyak bir refleks gösterip “aha ilk tur keşifti ikinci tura kesin yok oluyoruz abi” tribine girerlerdi. Bu trip başta insanları gerer. Ama bu durum birbirine düşman olan insanları dostluk edip ortak bir düşmana karşı birleştirirdi. Hani hep dediğimiz gibi ülkemizdeki insanların düşünceleri yüzünden birbirlerinden nefret eder bazen kan dökerler ama mevzu milli sınırlar olduğunda hepsi birleşir deriz ya. İşte onun gibi bir durum oluşacağından. En azından olası bir Dünyalar arası savaş için asker yetiştirir, kendi aramızdaki çıkar çatışmalarına bir son veririz. Bu açıdan konuya daha içsel baktığımı biliyorum. Buraya kadar varlığı belli olmayan bir uzaylı gözünden empati yaptım.
Uzaylı olabilmek için gerekenler:
Uzayda yaşamak. Tabi burdan çıkan “abi o zaman biz de uzaylıyız ya” espirisi geliyor aklıma hiç gülemediğim. Şimdi bu açıklamayı biraz açmak gerekiyor. Uzayın ne olduğunu zaten biliyoruz. Peki “yaşamak” dediğimiz olay ne ? Canlılık için gerekli olan, ya da şimdi üstünde oturduğum sandalyeyi cansız yapan şey neydi ?
Beslenme, üreme, boşaltım, solunum, çevresel uyaranlara tepki gösterme vs. Bu koşulları milyonlarca yıldır sağlayan dahası doğumumuzdan beri gözümüzün içine bakan o şeyin gerçek bir uzaylı olabileceğini nasıl kaçırdık? Bahsettiğim şey Güneş. Tabi Güneş gibi diğer sayısız yıldızlar. İlk başta bana da saçma gelmiştir ama kısa bir düşünce ile gerçekliğine neden inanmayım ki dedim.
Kendi Güneşimiz üstünden düşünecek olursam. Somut bir vücutları var ve ihtiyacları olan besini hidrojen reaksiyonlarından açığa çıkan enerjiden karşılıyor. Metabolik atık olarak yine hidrojen reaksiyonunun sonucu olan helyumu depoluyor. Çevresi ile etkileşimi olduğunu biliyoruz ayrıca diğer canlılarla arasında da bir ilişki var. Kommensalizm dediğimiz bir tarafın yarar sağladığı (Dünya’da ki tüm canlı türleri olarak düşünülebilir.), diğer tarafın ise ne yarar ne de zarar gördüğü canlılar arası ilişkidir. Yıldızlar da insanlar gibi topluluk oluşturuyor. Birbirlerini etkiliyor, hatta bazı liderlerin etkisi altında hareket ediyorlar ki canlılık şartlarından biri de hareket etmektir.
Buraya kadar uzaylılar konusuna başka bir pencereden baktım. Uzaylı olması için karşımızdaki “şeyin” mutlaka bir kaç bacak üstünde duran ve bizimkine benzer uzuvları olan bir canlı olması gibi dar bir düşünce kalıbından çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Yazıyı çok sevdiğim bir kitaptan yaptığım alıntı ile noktalayacağım.
son söz
Fakat, diyeceksiniz ki, başka farklar var: Yıldızlar sadece fizik ve maddi cisimlerdir, insanlar ise canlı ve hassas yaratıklardır, yıldızların toplulukları ile insanlarınki arasında da bir sınır vardır. Hayır! Hiç de öyle değil. Yıldızlar da tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi gıda alırlar. Boşlukta dolaşan sayısız gök taşlarını ve etherde bulunan sonsuz elektronları yerler. Yoksa daha çok evvel ölürlerdi. Kaybolanı yerine koymadan, güneşler gibi parlanamaz ve ısı verilemez. Ve tıpkı bizler gibi doğururlar. Güneş, evvelce dediğim gibi, bir babadır ve garip olan şu ki evrenlerin dünyaya gelişleri bir başka dev yıldızın etkisi olmadıkça mümkün değildir. Bu dev-yıldız yaklaşınca, babanın vücudundan gazlı bir maddenin çıkmasını sağlar. Buna “yıldızların gelgit” fenomeni adını verebiliriz. Bu gelgit, hızlı dönüşün tesiriyle aşk halindeki yıldızdan ayrılır, parçalanır ve parçalar soğuyunca gezegen olurlar.
“Hassasiyetlerine gelince, size Bose’nin madenlerin ruhi hayatı üzerine yaptığı meşhur denemeleri hatırlatırım. Evrenin bir zerresi yoktur ki, titremesin, itilmesin veya çekilmesin, sevinmesin veya acı çekmesin, neden yıldızlar bu kuralın dışında kalsınlar?Bundan şu sonuca varılabilir sanıyorum: Mikrokozmlar sahiden makrokozmların aynalarıdır. Küçük gezegenleri üzerinde, küçük insanlar, pekâlâ muazzam boşluktaki büyük yıldızlara karşılıktır. Gökyüzünde, yıldızlar, bizim gibi çift, aileler ve milletler halinde yaşıyorlar ve bizim gibi doğarlar, geçici gençliklerini yaşarlar, çoğalırlar, düşkünlük devirlerine girerler, muşmulalaşır ve ölürler. Yukarıda da dahiler, devler, zenginler, yaşayanlar istisna oluşturmaktadırlar. Bize çok uzak ve bizden bambaşka görünen evren halkı, tıpkı dünyada oturanlar gibi yaşamaktadırlar. Talihleri, kaderleri aynıdır, davranışları, huyları aynıdır.