Mart 29, 2021

“KENDİNE TAPMAK”

ile Dr. marsupilami
jena, 8 Temmuz

Fazla yorgunluktan gerilmiş sinirlerimi tedavi ettirmek üzere
başvurduğum Blümenwald’deki Dinlenme Evinde daha ilk akşamdan,
muhtelif sakatlıklarını gayet rahat taşıyan biçimsiz, eğri büğrü ve topallayan
bir bücüre rastlamıştım.
Bir gözü siyah bezle sarılı, kafası kelle şekeri gibiydi, burnunu lupus (kurt)
kemirerek kırmızı bir yara haline sokmuştu, ağzı rengi kaçmış bakır tonunda,
çalı çırpıya benzer bir yığın altında kaybolmuştu.
Bu haline rağmen dinlenme evinde bulunan herkesten ziyade ortada
dolaşıyor, kime rast gelirse yüksek sesle nutuklar çekiyor, ne tarafa gitseniz,
bastonunun kuru ve acele acele vuruşlarının akabinde karşınıza çıkıyordu.
Adının doktor Mündung ve Almanların dörtte üçünün olduğu gibi, birkaç
kitap neşretmiş bulunduğunu öğrendim.
Daha ikinci günü, bahçede gezindiğim sırada beni yakaladı ve bir tahta
sıraya oturmaya zorlayarak, kendinden daha iri bir sesle:
– “Siz, dedi, yabancısınız ve hiç şüphesiz Almanya’ya “bilim okumaya”
geldiniz. Burası bütün bilgilerin anasıdır. Ne kadar şehir varsa, o sayıda da
üniversite vardır. Altı nüfusa bir öğretmen düşüyor. Hatta içinde
bulunduğumuz bu utanılacak evde bile, ki ne otel ne pansiyon, ne de eğitim
enstitüsüdür, sadece pervasız bir şarlatanın pek pahalıya ümit ve sucuk sattığı
bir yerdir, burada bile bir gıda bulabilirsiniz. Adımı herhalde
duymuşsunuzdur. Ben doktor Mündung, din ilimleri lisansımı yaptım,
Yezîdîlerin -ki şeytana taparlar-gizli itikatları hakkında, Hererosların yıldızlar
mezhebi ve bugün klasikler arasına girmiş bulunan Frikya’nın yeraltı
tanrıçalarıyle Alman tanrıçası Freye arasındaki ilk tarih ilgileri hakkındaeserler neşrettim. Şayet, beni burada kitaplarımdan ve araştırmalarımdan uzak
görüyorsanız, bunun sebebi, bir üniversite kürsüsüne talip olup imtihana
girmem tehlikesinden kendilerini bir müddet daha uzaklaştırmak isteyen bazı
kıskanç rakiplerimin dalavereleridir. Karım Çinlidir, yeni vatanımın âdetlerini
iyi bilmediği için bu adamlar tarafından kandırıldı ve benim… Fakat sizden
bahsedelim, benden değil. Bu bir hata, hatta bir irtica olur. Bununla beraber,
sizi temin ederim ki, burada Blümenwald’da bile vaktimi kaybetmiş değilim.
Dinler tarihini iyi bilen bir kimse için, değişiklik faydalıdır, ama genel olarak,
başkaları için rahatsızlıktır. Bütün dünyanın konuşabileceği bir tek dil
meydana getirmek üzere çalışıldığı halde, herkesin kabul edebileceği bir din
ortaya çıkartmayı kimse denemedi.
Hata şurada ki, insanın tabiatı üzerinde yapılan araştırmalar derinlere
götürülmemiştir. İnsan, bütün ikiyüzlülüklere ve söylentilere rağmen samimî
olarak kendinden başkasını sevmez ve benliğinden başkasına tapmaz, saygı
göstermez. Geçmiş zamanları dolduran tarihi veya soyut tanrıları,
kahramanları, vatanı, insanlığı ve daha bir sürü efsaneyi, korkusundan veya
telkin ile takdis eder gibi görünür. Hakikatte, bunlar kendi asıl imanını
gizleyen birer takma isim veya paravanadır. Herkesin sevinçle kabul
edebileceği bir dini öğretmek için ortaya bir peygamber çıkar da bütün dünya
onu sevinçle karşılarsa, pratik bir neticeye varabilmesi için insan davranışının
psikolojik merkezinin ne olduğunu göz önüne getirmek lazımdır.
İnsanlara teklif ettiğim yeni ve en son olacak din “kendine taparlık”tır.
Herkes kendi kendisine tapacaktır, herkesin kişisel bir tanrısı olacak: Kendisi!
Protestan reforması her insanı bir rahip yapmakla övünüyordu; artık Yaratan
ile yaratık arasında tellâl kalmıyordu! Ben daha ileri bir adım atıyorum, tapan
ile tapınılan arasındaki tellâlı kaldırıyorum. Herkes kendi kendisinin
tanrısıdır.
Böylece tek tanrılığın ve çok tanrılığın yararlarını de birleştirmiş oluyoruz.
Herkesin bir tanrısı olacak ama ne kadar insan varsa o kadar da tanrı olacak.
Ve artık sürtüşmelere de meydan kalmış olmayacak, çünkü kendine tapanlar
yeni dinin ana prensibinde aynı fikirde olmakla beraber, gayet açık
sebeplerden dolayı, bir yabancı tanrıya yani benzeri bir başka varlığa tapmak
deliliğine katiyen düşmeyeceklerdir.
Bu din, Alman idealizminin ve modern medeniyetin varacağı en son
noktalardır. Fichte kürsüye çıkıp da dinleyicilere “bugün Tanrıyı yaratacağız”
dediği an kendine taparlık fiilen doğmuştu. Eğer Tanrı bizim maddi veya
manevi faaliyetimizin yarattığı, yani onu insan fikri imal etmiş ise, niçin onasahiden bizim dışımızda mevcutmuş gibi tapmalı da onu yaradana, yani
insana tapmamalı? Eğer insan Tanrının babasıysa, eğer Tanrı insanın
kafasından başka bir yerde yoksa, Tanrıya tapmakla sahici, artık meçhul
olmayan mutlak bir Tanrıya tapıyoruz demektir. Bununla beraber, genellikle,
insana tapınılamaz. İnsanlık bir soyutlamadır, asıl insan somut olan kişide,
yani birer birer hepimizde ortaya çıkar.
Harikuladenin ulviyeti artıklarını yavaş yavaş ortadan kaldırmış modern
uygarlık, farkına varmadan, “kendine taparlık”ı uygulamaya başladı. Spor,
bedene tapmaktır, ilim muhabbeti, Tanrıya atfedilen “ilm-i kül”ü bir nevi
benimsemektir ve makinenin üstünlüğünü tanımak da Tanrının her şeye
kâdir oluşuna karşı gelmektir. Mükemmel varlığa mahsus zannedilen her şey,
gittikçe bütün fanilerin basit birer ayrıcalığı oluyor.
Size bir sır olarak söyleyebilirim ki, kendine taparlık insanlığın büyük
kısmı tarafından, haberleri olmadan çoktan uygulanmaktadır. Artık mesele,
bir ad takmaktan, bir amentü ve bir de şuur vermekten ibarettir.
İşte bu
zehirleyicilerin mağarasından kurtulur kurtulmaz benim işim bu olacaktır.
Aziz Olaf’ın eski İskandinavya “saga”sını okurken şu görüşme daima
dikkatime çarpmıştı: “Kime inanırsın? diye kral bir askere sordu – Cevap şu
oldu: Kendi kendime.” Bu, hakiki kahramanın hakiki sesidir. Kendine
inanmayan yaşayamaz. Mesele din ile hayatı, iman ile işi bir araya getirip
intibak ettirmektedir. Öteki dinler, insandan, hakiki yaradılışına, asıl tabiatına
aykırı şeyler istedikleri için başarı elde edemediler. Onun gizli gücüne -ki
artık kendini meydana vurmuştur-uygun olan benim dinim mücadele
etmeden muzaffer olacaktır.
Fakat, diyeceksiniz, modern maddeciliğin damgasını taşısa bile bize bir
din lazım. Onu da düşündüm. Her kendine tapınır, imkânlarına göre,
altından, tunçtan, mermerden heykelini yaptıracaktır. Bir heykeltıraşa
başvuracak kadar zengin değilse, yağlıboya bir resmi, hatta iyi bir fotoğrafı ile
yetinir. Bu tasvirin önüne adaklarını koyar, onun karşısında dualarım okur.
Benliğin övgüsünü yapmak için idealistlerin eserinde ve Walt Withman’ın
“kendi benliğim için şarkı”sında mükemmel örnekler buluruz! Haftalık veya
gündelik banyolar vaftiz karşılığı olur; yemek, kurban ayini, sınırlı bir zaman
için kendimizden geçiş olan uyku ise tövbe ve istiğfar yerine geçer.
Görüyorsunuz ki, rahat ve hiç zorluğu, karışıklığı olmayan bir din. İnsandan
gayri Tanrı yoktur ve her insan onun tecellisidir.
Yüksek kudretler karşısında eğilmek zilleti artık bitti. Kökünden
sökülemez güçlerimizi inkâr etmek ikiyüzlülüğü artık yok! İnsan kendikendisini seviyor. Bunu açıkça itiraf etsin ve her türlü korkuyu, çekingenliği
atarak bu sevgisine bir ibadet şekli versin. Emin olunuz ki yirminci asır
“kendine taparlık” asrı olacaktır.”Bu korkunç küçük geveze canavar saçmalarına son verince ona dikkatle
baktım. Hayalimde, onu, iğrenç yüzünü ve çarpık vücudunu tasvir eden bir
heykelin karşısında tapınırken gördüm. Kendimi gülmekten alıkoyamadım.
Doktor Mündung kızmadı:
“Benim dinim, dedi, bir sevinç, neşe getiriyor; kendini hor görme,
küçültme değil. Bu girişimin ruhunu siz de kavradınız ve dünyanın öteki
yarısında benim peygamberim olmayı kabul edersiniz ümidindeyim.”
Bunları söylerken, beni takdis etmek üzere, dizlerime küçücük ellerini
koydu. O zaman bir elinde dört parmağı olduğunu gördüm. Ötekinde altı
parmak vardı.

GOG kitabından bir bölümü sizlerle paylaşmak istedim. Haklı olmasından rahatsız olduğum bir adamın yıllar önce geleceği görmesini… Gelecektekiler olarak da bizim kendimizi görmemiz gerektiğini düşündüm. Bununla birlikte kitabın kendisini de şiddetle tavsiye ederim ama sayfaca çok olan bir kitap olduğu için genelde raflarda kalan kıymetli eserlerden biri olmaktan öte gidemiyor.